Böyleyken Böyle

Açıkçası benden vazgeçmenden korkuyorum, uzun yıllar hep kendimi sana kanıtlamaya çalıştım.Son son başardım desem de aslında daha yolun çok başındayız değil mi ? Hep benden daha fazlasını isteyeceksin.Açıkçası benden vazgeçmenden korkuyorum, bırakıp gitmenden ve boşvermenden.Sesler yükselse de bizim aramızda hiç ses olmayacak.Rahatsız edici sessizlik olacak hep ortada, yapılanlar yerine.Ben hep sana en sevdiğin oyuncağı alacağım, ama yine de sen suratı asık oturacaksın o köşeye, küskün küskün bakacaksın.''Ama'' diyeceksin.Şartsız, hesapsız hiç bir işin olmayacak senin.En güzel aşkı bulup getireceğim sana, sen sırtını döneceksin, hep ''daha iyisi vardır'' diyeceksin.Çünkü senin için hep daha iyisi oldu bir yerlerde.Fakat acı olan; bulamadın.Arayıp da bulamamak kadar yorucu olan başka bir şey yok bilmiyor muydun ? Açıkcası bana biraz karşılık vermeni istiyorum, el uzat istiyorum.Yardımın olmadan hiçbir şey olmaz.Bana hesap sorma, sadece izle beni, o köşende dur, hiçbir şey deme bana.

Yarım İnsan

Bazen insanlar haklıdır.
Bakışlarından anlarsınız.
Size baktıklarında sizden daha farklı bir şeyler gördüğünüze eminsinizdir.
O şeylerin ne olduğunu sormaya cesaretiniz olsa bile, eliniz boş dönersiniz.
Aynı ayna değil sizinki, aynı yol da değil.
Sizin kendinize gittiğiniz yol, engebesiz.
Sizin aynanız pürüzsüz.
Asla anlamayacaksınız,
Bazı şanslı insanlar, zor yollardan pürüzlü aynalardan ulaşır kendilerine.
Ben o insanlara 'yarım insan' derim işte.
Şanslı ama neye göre kime göre ?

2 kere 2 eşittir 5.

Geçen gün düşündüm, düşündüm, düşündüüüm ve en sevmediğim insan türünün özür dilemeyi bilmeyen ve kendini zeytinyağı sanan insan olduğuna karar verdim.İnsan kalp kırabilir, bu çok kolaydır.Ama eğer karşındaki insan da razıysa, gönül almak da kolaydır.Ama çok ilginçtir, insanlar hep susar.Neden susarız ? Utanır mıyız, yoksa üşengeç miyiz ? Neden hep karşımızdaki için '' ama o da öööle yaptaa '' deriz.Neden ? En mükemmeli biz miyiz ? Susmanın sebebi, haksız olduğunu bilmektir.Korkmaktır.Keşmekeş yaşamayı tercih etmektir, huzura ermek varken.Anırın, ağlayın, baş etleri yiyin.Ama susmayın, hatta ben de susmayayım.Haksızlığa uğradığımızda, aldatıldığımızda...Çünkü susmazsak, aslında affederiz.Affetmek en büyük hafifliktir.Ağrıyı dindirir.'' Canım acıdı, ama boşver, böyle olması gerekmiş, onu affediyorum '' deyin bak.Geriye sadce hüzün kalıyor, hüzün de iyi bir arkadaştır aslında, zararı yoktur.Zamanla da gider, vadesi dolunca.


Ben nasıl hissediyorum biliyor musunuz ? Kendi yapmadığım şeyler için kendimi suçlamamalıyım, sadece gidişat öyleydi, öyle olması gerekti.Beni üzen insanın ne kafasını, ne kalbini asla değiştiremem.Bu bir savaş da değil, kazanan da yok.Susmadım, içimdekileri söyledim, o benim içimi biliyor.Benim onun içini bilmemem onun irini olsun.Yani anlayacağınız; suç yok suçlu yok.Bu bu kadar basit aslında.

Lukbuk Fantezim


Bu ara, herkesin moda blogger'ı olmasından dolayı benim pc başında geçirdiğim vakit biraz daha arttı.Gerçek hayatın acımasızlığı, yaşadığım hüzünler, bu blogger'lara bakarak az da olsa hafifliyor.Arada şu lookbook.nu adlı siteye bakıyorum, o kadar gülüyorum ki.Bu insanlar model değil değil mi ? Bi tane adamı yanlarına alıp, '' BAKAAAN BEN NEKADAAR GÜZEL GİYİNİYORUM HEM DE ÇOK POPİYİM ARKADAŞLARIM RESMİMİ ÇEKİYOLAR HEP '' mi diyorlar acaba ? Yani ben yolda böyle birkaç tip görsem, günüm asla kötü geçemez.Gerçekten moda ile ilgilenip, yaratıcı ve etkileyici fikirleri olan insanları takdir ediyorum, o ayrı.Ama topshop'tan aldıkları 3-5 parçayla oturup moda hakkında atıp tutmak, Ajdar'ın ''ben Türkiye'nin Süperstarı'yım'' demesinden farksız.Aynı ciddiyetsizlik, aynı komedi.Hele erkekler, bunu yapınca 2 tık daha komik oluyor.Örneğin yukarıdaki fotoğraftaki adamın yaptığı hareketi aynı kıyafetlerle biri yapsa sokakta, ve ben bunu görsem, 6 buçuk saat gülerim.Modasına falan bakıp '' vuhhuu '' denecek bir durum değil.Kendinize gelin.Ajdar olmayın

Megapiksel Çıkmazı - Umut Kaner


Fotoğrafa yeni başlayanların yada daha hiç başlamayıpta ‘Benden fotoğrafçı olur abi şu göze, şu yaratıcılığa baksana! ‘ diyip makine almaya karar verenlerin düştüğü en büyük yanlışlardan biride ‘Megapikseli büyüdükçe makinenin çektiği fotoğrafın kalitesi artar.’ mantığını benimsemeleridir. Megapiksel fotoğrafın kalitesiyle değil büyüklüğüyle alakalı bir durumdur.

Pikselli Koltuk
Bu demektir ki bu sayı ne kadar çok olursa resminizi kalite kaybı olmadan o kadar çok büyütebilirsiniz. Zira bir fotoğrafı fotoğrafçıya götürdüğünüzde kaliteli ve standart ölçüde bir baskı için (10 x 15 cm) boyutun/büyüklüğün ortalama 3 Mp olması yeterli gelecektir. Yani standart boyutta baskı için 3 Mp ile 15 Mp arasında kalite açısından bir fark olmayacaktır. A4 boyutunda bir fotoğraf baskısı için 5 Mp yeterli gelecektir. Megapiksel artışı; afiş,bilboard (Standart baskı oranından daha büyük) gibi işler için kullanıldığı zaman önem taşır. Yada baktınız fotoğrafın tümünü beğenmediniz, beğendiğiniz kısımdan Mp’in elverdiği oranda croplayıp büyültebilirsiniz. Ekstradanda fotoğrafla yeni haşır neşir olmuş insanlara benim makine 15 Mp diye bir çıkış yaparak kendinizi biraz daha iyi hissedebilirsiniz. (Verdiğiniz tonla para farkını sölersem rencide olursunuz o ayrı…)
Dip Not: Ayrıca bazı fotoğraf makinelerinin üzerinde yazan 8MP ya da 6MP gibi ifadeler sizi yanıltmasın. Çünkü bazı makineler 3 ya da 4 megapixellik efektif çözünürlüğe sahip olup daha yüksek çözünürlüklere ulaşabilmek için “interpolasyon” yöntemine başvurmaktadır. Bu yöntem, bilgisayar ekranında gördüğünüz bir fotoğrafa zoom yapmakla hemen hemen aynı işleyiş tarzına sahiptir.
Ana Tema: 6 – 7 Mp çözünürlükteki bir makine işinizi görecektir.

UMUT KANER http://www.umut.kaner.tv

Bi bakın buraya

Ulan diyorum yazmayayım, yazmayayım, yazmayayatoure.Bak böle tekrarlarda hep aklım kayıyor.Neyse konuya gireyim.Bugünkü konumuz; (sanki her güne ayrı konu var ha) sevmekle ilgili.Daha doğrusu sevmeyi tercih etmekle ilgili.Şimdi, hepimiz sabah kalkıyoruz, duş alıyoruz.(değil mi?)Sonra işimize/okulumuza gidiyoruz.Heh ben biliyorum hiçbirimiz bunları severek yapmıyoruz.Mutlaka işimizi seviyoruz, fekat sabah erkenden kalkıp, bu mis gibi havalarda çalışmak/öğrenmek istemiyor.Hah benim diyeceğim o ki, isteyin.Kendinizi neye inandırırsanız o gerçek olur.Benim öyle oldu.Belki yavaş yavaş, belki zorla, ama oldu.Homurdanmayın canlarım, homurdanırsanız, homurdanmanıza neden olan şeyler çoğalır, kendinizi homurlanmamaya zorlayın.Diyet gibi, yememeye zorluyorsunuz ya kendinizi, aynen öyle.Eğer işinizi/okulunuzu istermiş gibi yaparsanız, bir noktadan sonra onu istersiniz, daha sonra otorite olursunuz, saygı duyulan bir eksper olursunuz.Bağlanın, yaptığınız işe, sevdiğiniz adama/kadına, evinize, arabanıza...Hepsi sizin ayrılmaz bir parçanız olsun, hayatınızı keskin kalemle çizin.Eğer zamanla onlardan ayrılmak zorunda olursanız da, geride kalanlara daha çok bağlanın.Elinizde hiçbir şey kalmazsa, inancınıza bağlanın ( Burada kastettiğim din değil, ama isterseniz ona da bağlanabilirsiniz tabii, izin var).Her şeyden önce kendinize bağlanın.O zaman ''bilmiyorum'' larınız azalır.Azaltın onları, bilin, yoksa hiçbir yerde tutunamazsınız.Öptüm

Yer değiştirmece

Selam, ben Simla ve ben çok öfkeli bi insanım.Buradan yazdıklarımdan beni muhtemelen dünya iyisi, şeker kız candy zannediyor olabilirsiniz.Değilim.Zaten o yüzden böyle yazıyorum, olabilmek için, olmaya çabaladığım için.Örneğin ben gerçekte, dışkımla kavga ederim, sonra da oturur üzülürüm ''neden böyle yaptım ?'' diye.Öfkenin tanımı şu, bir balonun içine su koyun, sıkın.Sıkabildiğiniz kadar sıkın, sonra o balon patlasın, su üstünüzün başınızın içine sıçsın.İşte öfke bu, sizi hasta eder, gerginlik sizin içinizi kemirir.İçinizdeki irin dışarı çıkarır, mutlaka hasta eder sizi bir yerde.Hiçbir şeye vaktinizi ayıramazsınız, kafanız allak bullak olur.Farkındalığınız yok olur.Bu yazımda size bir tavsiye veremem, kendimle çelişirim yoksa, çünkü ben bu balonun en büyük kurbanıyım.İrinim gerçek, bu sefer de siz bana tavsiye verin olmaz mı?